tarihi mahallelerinde, şarküteri alışverişi için bir yürüyüş bekliyordu.
David, güneşin yaz ışınlarının yeryüzüne vurduğu bir sabah sıcağından uyandı. Yandaki kanepede bir kız uyuyordu, adı Janna idi.
Davi kalktı ve pencereye doğru yürüdü, önünde duran camın ardından dışarıya baktı. Dar sokaklar, tarihin monoton döngüsünde kendileriyle tartışıyorlardı. Şehir duvarlarının tozunun altında açıklanamayan çelişkiler mevcuttu. Gölgeler mimari planın eski ihtişamını hatırlatıyorlardı.
Bu tür manzara İtalya'nın doğal devamı gibi görünüyordu, ancak iç ve dış faktörler bu mantıksal bağlantıyı kesmiş gibiydi.
Dünya tarihi hakkında çok az şey biliniyordu. Amerika'nın Koloniyal dönemine ve Kuzey'in Güney'le olan savaşlarına vurgu yapılıyordu.
Büyükannesini hatırlayarak aklın mantığıyla haklı çıkan sözlerini kalbinde hissetti:
“Birinci Dünya Savaşı'nın kanlı sonuçları olmasaydı, Anadolu'dan asla ayrılmazdık. İkinci Savaş çıkmasaydı, güzel İtalya'dan gitmezdim. Bu topraklar benim için eşit derecede vatan değerinde.”
Milano'da ortaya çıkan melodinin ritmi tekrar doğdu.
Perdeyi kapattı, pencereden uzaklaştı ve laptopu çıkardıktan sonra elektronik stüdyosunu aramaya başladı.
Jannette gözlerini açtı ve onu tüm dikkatle ekrana bakarken gördü:
–Günaydın, Amasya'ya bilet mi alıyorsun? diye sordu.
–Hayır. Şu an yapılacak daha önemli şey var – parçayı kaydetmek. Müzik… Anlıyor musun?”
–Anlıyorum.
–Günaydın, yanıtladı Davi.
Dün Janna, Simon’un hakkında uzun bir süre bahsediyordu. Kendi babasının onuruna, oğluna, Vardan adını verdi. Janna, Annette'in albümü, daha doğrusu ondan kalan sayfalar, büyükbabası Vardan'dan kaldığını anlattı.
Davi bu hikâyeyi, özel bir ilgiyle dinledi. Çünkü Annette'in okul yazılarında, manastırın diğer tarafındaki bir çocuktan ve ailesinden bahsediliyordu. Şimdilik bunun hakkında konuşmamaya karar verdi. Büyükannesinin albümüne dokunmak ve onun çocukluğu, eski sayfalarını çevirmek inanılmaz bir şey gibi geldi. Anlattığı, özlediği ve pişman olduğu şeyleri, her ağartılmış çizimlerde ifade edildi.
–Sabah, Arapça duayı duydun mu? sordu Janna.
–Rüyamda, beni rahatsız etmedi.
Birkaç kez ekranın fotoğrafını çektikten sonra bilgisayarı kapattı ve banyoya gitti.
Davi kapıda bu cümleyi yanlışlıkla atmış gibi söyledi:
-Sana mesaj yazacağım…
…ve en iyi Japon ve Alman üretim ekipmanların bulunduğu, prodüksiyon stüdyosunun adresine yöneldi.
Janna küçük, tek kişilik kanepeden kalkıp pencereye doğru yürüdü. Davi'yi gözleriyle takip etti. Dikkatini restoranın açılışına hazırlanmak için çoktan süpürülmüş ve her şeyi yerine yerleştirdikleri avluya verdi. Kendini toparladı, üstünü değiştirdi ve aşağı indi. Kahvaltıda peynirli omlet ve filtre kahvesini seçtikten sonra önümüzdeki günler için plan yaptı.
“Amasya’ya gitmedikleri sürece, yürüyüşe çıkıp turistik yerlere ve hediye dükkânlarına bakmaya değer.”
Birkaç not aldıktan sonra hesabı istedi.
Garsondan Davi'nin restoran ve konaklama için ödediğini öğrendikten sonra sadece bahşiş bırakmayı doğru buldu.
Barda Robert ve Hayk bazı belgeleri titizlikle inceliyorlardı.
– Ermeni arkadaşlarınızın İtalya'da aynı işi var. Bu nedenle onlarla Euro lazım TL ne ki… kuruşlar, – garson sonunda belirtti.
Janna kapıdan çıktı ve kırmızı bir tramvayın geçtiği ana caddeye gezmeye gitti.
Davi o akşam gelmedi. Gökyüzünde şafak vaktinin renkleri yerini almaya başlarken, stüdyoda çalışmanın birkaç gün süreceğine dair bir mesaj gönderdi.
Telefonun ekranı karanlıkta parlıyordu. Açık pencereden sabah ezanı duyuldu.
O sabah Janna tekrar uyuyamadı. Bir hediyelik eşya dükkanından satın alınan bir günlük defteri çıkarttı ve ilk satırları yazdı:
“Limon bahçeleri, İstanbul ve Konstantinopolis… Babil'in duaları.”
Üç gün kadar sonra…
Davi, kiralanmış arabanın bagajına elindeki birkaç çantayı attı. Laptopu ve hoparlörleri dikkatlice yanlara yerleştirdi ve yumuşak bir örtü ile üzerlerini kapattı.
Janna arka koltuğa çoktan oturmuş, günlüğüne bir şeyler yazıyordu. Defteri yanındaki koltuğa koyarak pencereden dışarı baktı.
Hayk, Limon Bahçesi Cafe&Lounge’ın kapısından çıktı ve direksiyona geçti. Davi, yepyeni çalma listesi içeren USB’yi bağladı. Müzik seçimini ve ses tonunu ayarlamayı bitirdikten sonra ufak jip hareket etti.
Manastır ve limon bahçeleriyle buluşma beklentisiyle 700 km yol kat etmek gerekiyordu.
Kalabalık şehirden bir saat sonra tamamen ayrıldılar. Hayk pencereyi açtı ve elini rüzgâra doğru uzattı. Hayatında bu anları birkaç kez görmüş gibi bir rüyayı anımsatan, belki de dejavu olduğunu düşündüren elektronik melodi çalıyordu.
Janna deftere bir şeyler daha yazdı. Gördükleri, zihninin derinliklerinde kaybolmasın diye her şeyi not almaya çalışıyordu. Avuçları ve parmakları henüz açıklayamadığı duygu ve izlenimlerden ter içindeydi. Davi koltuğunda arkasına yaslandı ve derin bir uykuya ya da transa girdi; ilk müzik parçasının yazılmasından bu yana çok tanıdık bir durumdu.
Trafiğin akışkanlığına yol boyunca bulunan sanayi tesislerden çıkan kargo kamyonları katılıyordu. Dışarıdaki akışın hareketi, elektronik vuruşuyla zaman içinde gerçekleştiriliyordu.
Bir süre sonra Hayk, yoldaki Shell benzin istasyonunda durdu. Americano ve çörek aldı, kenara oturup cep telefonundaki interaktif haritaya baktı. Tarihi nesneleri parmakları ile her dokunduğunda yakınlaştırdı ve bulundukları yerden olan mesafeyi inceledi.
Hayk, Janna’ya baktı. “Yolumuzun üstünde Roma tünelleri ve bir mağara olacak. Onlara daha yakından bakabiliriz, istersen…”
“Davi hala uyuyor,” diye yanıtladı Janna belirsiz bir şekilde.
“Çok sürmez, bakıp hemen döneceğiz.”
Janna olumlu anlamda başını salladı, çörekleri bittikten sonra tekrar yola koyuldular.
Yarım saat sonra orman yoluna doğru döndüler ve hiç kimse olmayan bir açıklıkta durdular. Burada yol bitiyordu.
Navigasyonda bazı yerler görünmemeye başlayınca Hayk, “Telefonum bağlantıyı yakalayamıyor,” dedi.
Janna, uydu sinyal alım hatlarının birbiri ardına nasıl kaybolduğunu fark etti.
Hayk haritaya tekrar baktı, rotanın bitiş noktasına yaklaşık iki kilometre kalmıştı. “Merak etme,” dedi Janna’ya. “Her şey kontrol altında! Biraz yürümemiz gerek ve oradayız.”
Janna elini uzattı ve avucuyla Davi'nin omzuna dokunarak uyanmasını umdu. Davi başına kapüşon geçirerek güneşin sıcak ışınlarından yüzünü diğer tarafa çevirdi. Janna elini geri çekti, bir an avucunun dokunuşundan Davi’nin hoşlandığını düşündü.
Hayk arabayı durdurdu ve telefonun kamerasını açtı. “Çekilecek ilginç şey olacak!”
Janna rahatsız etmemeye çalışarak kapıyı arkasından dikkatlice kapattı.
Davi halen uyuyordu. 100 yıl sonra Karinin sesinin, elektronik kompozisyonun melodisiyle net bir şekilde duyuluyordu.
“Vardan benim canım arkadaşımdı. Onun hikâyeleri ve efsaneleri beni medeniyetlerin bilgisine âşık etti. Raul ile boş flörtleşmem ve akrabalarının başına gelen bir kaza yüzünden ayrıldık. Vardan, kocası uçurumdan düşerek ölen, hamile bir genç kadınla evlenmek zorunda kaldı. Onun yerini doldurmak Vardan'a düştü. Simon'u kendi oğlu gibi büyüttü, ruhunu ona verdi ve asla ortak çocuklarından ayrılmadı.”
Davi uykusunda Annette'nin arşiv yazılarının sayfalarını çeviriyordu.
Güneş ışınları gözbebeklerine çarptı, sırtından soğuk ter damlıyordu. Arabadan inip etrafına bakındı ve tepenin derinliklerine doğru yöneldi. Terk edilmiş bir tünelin girişi önünde birkaç büyük taş duruyordu. Amaç bu tüneli kapatmakta yerleştirilmiş gibiydi. Davi, patika yolu takip etti. Üzerinde eski yerleşimin, su temini sağlaması gereken taşlardan oluşan, su sistem köprüsünden geçti ve orada bir mağara gördü. Birkaç dakika düşündükten sonra Davi, geçmişten, şimdiki zamandan çok daha mantıklı görünen bir resim